14 Eylül 2012 Cuma

Kısa ve uzun karışık anasınıfı ve okul öncesi tekerlemeler

Kısa ve uzun karışık anasınıfı ve okul öncesi tekerlemeler sayfasından daha detaylı bilgilere ulaşabilirsiniz.Tekerlemeler daha detaylı anlatılmıştır.

Masal Tekerlemesi 1
For foradan sür süreden,
Manisa''dan Tire''den,
Yenice çıktım buradan,
Konaraktan göçerekten,
Lale, sümbül biçerekten,
Kahve, tütün içerekten.
Sulu yerde peynir ekmek,
Susuz yerde kavun, karpuz yiyerekten, Az gittim, uz gittim,
Birde arkama baktım,
Bir arpa boyu yol gitmişim.
Eve vardım, ekmek yedim,
Hoca''ya vardım değnek yedim,
Babam bana darı verdi,
Ben darıyı kuşa verdim.
Kuş bana kanat verdi,
Ben kanadı havaya verdim,
Hava bana yağmur verdi,
Ben yağmuru yere verdim.
Yer bana çimen verdi,
Ben çimeni koyuna verdim.
Koyun bana kuzu verdi,
Ben kuzuyu bey''e verdim,
Bey bana katır verdi.
Bindim katırın beline,
Gittim urum eline,
Katır beni düşürdü,
Elimi yüzümü şişirdi.
Kızlar geldi bakmaya,
Kıyamadım öpmeye.
Ninem geldi almaya,
Yollarıma bakmaya.
Ninemin nesi var?
Koynu dolu muzu var,
Soydum yedim muzunu
Tuttum onun sözünü.
Gide gide gittim,
Bir çayıra girdim.
Gökten bir beşik indi,
İçinden bir bebek indi.
Allah dedim, büyüttüm,
Ninni dedim, uyuttum,
Hak yoluna gönderdim.
Hak yolunda bir kilim,
Hurmalar dilim dilim.
Onu yiyen dervişler,
Hak yoluna ermişler.

Masal Tekerlemesi 2
Var varanın, sür sürenin,
Baykuşu çok viranenin.
Destursuz bağa girenin.
Hali duman demişler.
Ah, ne duman, ne duman,
Yaşım üç müydü, beş miydi, daha o zaman.
Yediler yemiş...
Parayla biter her iş
Dediler:"Abdal, Gitme burda kal!"
Bana bir kız aldılar, nikâh ettiler
Açtım bir duvak, Baktım bir kabak.
Adamdan azma. Dişleri kazma,
Ensesi telli, Kurbağa belli.
Sağlamdır yapısı, Sağlıkla oturası.
Elbet olur bir çocuk anası.
Dediler ki bana:
"Baban dünyaya gelmiş"..
Oraya saldırdım, buraya saldırdım;
Bir beşlik buldum;
Verdim müjdeye.
Eve gittim.
Babamı sarmışlar, sarmalamışlar,
Otuz urganla,
Dokuz yorganla,
Un çuvalı gibi dayayıp koymuşlar...
Annem dedi ki:
"Kızım, babanı salla!"
Ben de sallarken tıngır mıngır,
Kırk merdiven aşağı atlattım.
Annem gitti çeşmeye,
Bbabam gitti Eşme''ye,
Ben gittim dert deşmeye...
Elimde bir çuvaldız vardı,
Diktim oturdum.
Kalaycı oldum kalayladım kapları:
Hep kırıldı tavaların sapları...
Tabip oldum yaptım ecza hapları;
Zehirledim birkaç kişi..:
Oradan gittim bir vilâyete...
"Nerden geliyorsun derviş?
Nedir bu geliş? Var mıdır bir iş?
Nerden geliyorsun Abdal?
Sen burada kal.
Alalım sana bir ebru hilâl,
Zülüfler yaldız, benler yıldız,
Devlet tacı başında,
On üç, on dört yaşında;
elinde yüzük, bakmaya yazık..."
Gittim bir memlekete dahil oldum.
Bakkal olsam kaldıramam kantarı.
Kasap olsam sallayamam satırı.
Berber olsam eş dost hatırı...
Oldum bir hamamcı.
Elimde beş para sermaye var;
o geldi yıkadım, bu geldi yıkadım,
eş geldi yıkadım, dost geldi yıkadım...
Beş para sermaye bitti.
Eşe dosta rezil olmaktansa, dedim,
baba memleketine gideyim. Çıktım yola...
Az gittim, uz gittim; dere tepe düz gittim.
Bir dağ başına geldim.
Baktım aşağı, bir düz ova.
Ovanın ortasında bir saray,
Pırıl pırıl yanıyor.
Gittim saraya baktım:
Kırk ayak taş merdiven,
Kırk ayak tahta merdiven.
Çıktım yukarı, büyük bir sofa.
Sofanın köşesinde kırk siyah perde.
Kırk siyah perdeyi açtım: Baktım, bir hanım...
Kadına hayran olup bakmışım.
Orada üç gün, üç gece kalmışım.

Masal Tekerlemesi 3

Var varanın, sür sürenin,
Destursuz bağa girenin hali budur!
Zaman zaman içinde,
kalbur saman içinde...

Deve tellâl iken,
Horoz şahna iken,
Serçe berber iken,
Ben babamın beşiğini
Tıngır mıngır sallar iken...
Hamamcının tası yok,
Külhancının baltası yok,
Çarşıda bir adam gezer,
Peştemalının ortası yok.
Biz üç kardeştik.
Birimiz kör,
birimiz topal,
birimiz çolak...
Babamız Allah rahmet eylesin, pek erken öldü;
bize, yalnız üç duvarı sağlam,
bir duvarı yıkık bir ev
çakmaksız bir tüfek,
dipsiz bir kazan bıraktı.
Bir gün hep birlikte ava gittik.
Kör kardeşimiz birden:
"Bak, bitmemiş bir ağacın dibinde,
doğmamış bir tavşan yatıyor!" diye bağırdı.
Hep gözlerimizi oraya dikdik,
çolak kardeş tüfeği kapıp, nişan aldı.
Kör kardeş de ateş etti.
Topal kardeş koşup tavşanı getirdi.
Böylece, bitmemiş ormanın dibinde,
doğmamış tavşanı,
çakmaksız tüfeğimiz,
çolak elimiz,
kör gözümüzle vurup,
topal bacağımızla koşup yakalayarak,
eve getirip yüzdük.
Dipsiz kazana koyup altını ateşledik.
Ağzımızın suyunu akıtarak
tavşanın pişmesini bekledik.
Çok yorulduğumuzdan, acıkmıştık,
beklemeye de sabrımız yoktu,
kazanın kapağını kaldırınca ne görelim?..
Tavşan ortadan kaybolmuş.
Meğer tavşan, kaçmış da üstteki kapağın haberi bile olmamış.
Ellerimiz böğrümüzde kaldı.
Hepimiz süt dökmüş kediye döndük.
Birer köşeye çekilerek,
kukuma kuşu gibi düşünmeye ve bir çare aramaya başladık.
Sonunda, ben bir çare düşünüp,
"Şunun suyu ile yemenilerimizi boyayalım" dedim.
Hemen işe başladık.
Fakat, su mu az geldi, ben mi çok sürdüm, bilmem; ne oldu,
yemenimin birini yağlayınca;
öbürüne yağ kalmadı.
Sen misin beni yağsız bırakan diyen öbür yemenim,
başını alıp gitti.
Bana küstü.
Derken ben de arkasından yola düştüm.
Az gittim uz gittim,
dere tepe düz gittim.
Tam bir arpa boyu yol gitmişim ki,
Yemenimin tekini çift süren bir ihtiyarın ayağında gördüm.
"Ver baba" dedim,
"bu yemeni benimdir!"
Çiftçi yalvarırcasına yüzüme baktı:
"Aman evlâdım", dedi,
"bu yemeniyi benden alma,
şu ekili tarla senin olsun..." diyerek,
bir buğday tarlasını gösterdi.
Bir tek yemeniyle koca bir tarlanın değişmesine pek memnun olarak,
çiftçiye ben de yemeniyi bağışladığımı söyledim.
Tarlanın bir köşesine gidip postu serdim, uyudum.
Aradan; günler, aylar geçti,
bizim buğday tarlası biçilmeye hazır oldu.
Bir sabah erken kalkıp,
yapayalnız bu koca tarlayı tek orakla nasıl biçeceğimi düşünürken,
birden karşıdan gözlerinden alev saçan bir kurt göründü.
Bana doğru gelmeye başladığını görünce,
korkumdan elimdeki orağı sallayıp,
kurda doğru attım.
Orağın sapı gidip, kurdun karnına gömüldü.
Can acısından ne yapacağını şaşıran hayvan,
tarlanın içinde dönmeye başladı.
Kurt kaçtı, orak biçti, kurt kaçtı, orak biçti.
Ben bir ağaca çıkıp seyrettim,
kalmadan koca tarla dümdüz oldu.
Kurt da bırakıp gitti.
Tarlanın biçildiğine ne kadar sevindim, bir görseniz.
Ama birden başakların yığın edilmesi aklıma geldi.
Ben günlerce çalışsam bunu beceremezdim.
Hele bir sabah olsun diye, yatmaya gittim.
Gece bir fırtına çıktı, bir fırtına çıktı, sanki yeri göğe karıştıracaktı.
Korkumdan bir sütleğen otuna yapıştım.
Sabah oldu, fırtına dindi. Yerimden kalkıp da ne göreyim?
Bizim tarladaki buğday başakları, değme çiftçinin, yapamayacağı bir ustalıkla harman olmamış mı?
"Eh'' dedim, gidip yardımcıbulup, harmanımı döveyim".
Ama lafımı bitirmemiştim ki, karşıdan azgın, kocaman bir ayı göründü, harmanın yanından bana doğru geliyordu.
Yerden bir taş alıp, belki korkuturum diye fırlattım.
Taşı atmamla, alevin çıkması bir oldu.
Meğerse attığım taş, çakmak, ayının dişi ise çelikmiş.
Çıkan alev de bizim harmandanmış.
Üç gün üç gece sönmesini bekledim.
Sönünce külleri karıştırmaya başladım.
Yalnız yarısı yanıp, gerisi sağlam kalmış.
Aradım, aradım,
bu yükü kaldırabilecek ne bir deve,
ne bir fil ve ne de bir at buldum.
Bula bula, belinden yaralı bir karıncacık buldum.
Buğday tanesini sırtına yükleyip, bizim meşhur eve götürdüm.
Fakat karıncanın sırtı yük taşımaktan fenalaşmıştı,
hayvancağızı böyle salıvermek günah olacaktı, ilaç aradım.
"Hint cevizinin yağı iyi eder" dediler.
Böyle bir ağaç aradım, taradım, zor buldum. Ağaç pek yüksekti.
Üstüne çıkmaya üşendim, taşlamaya başladım.
Üç gün, beş gün durma dan taşladım,
fakat bir tek ceviz düşüremedim.
Attıklarım da geri yere düşmüyordu,
merak edip, ağaca çıktım; bir de ne göreyim?
Ağacın üzerinde kocaman bir tarla varmış?
Ne âlâ. Buraya karpuz ekerim, deyip, çekirdek getirdim.
Karpuz ektim.
Çok beklemeden, öyle büyük karpuzlar oldu ki,
bir tanesini fil bile götüremez.
Hele bir kesip tadına bakayım deyip, bıçağı sapladım.
Bıçak gitti, elim gitti, kolum gitti,
sonunda ben de gittim karpuzun içine...
Yedi yıl aradım, bulamadım.
Sonunda karpuzun kapısını buldum.
Vay anam karpuz! Evin köyün yıkılası karpuz!
Bir yanında sazlık, samanlık,
bir yanında tozluk dumanlık...
Bir yanında demirciler demir döver denk ile,
bir yanında boyacılar boya boyar binbir çeşit renk ile...
Bir yanında, Âl-i Osman devleti cenk eder top ile tüfenk ile...
Bir at aldım,
bindim dorudur diye,
bir tekme vurdu,
"Geri dur!" diye...
Çifte minareleri belime sardım borudur diye...
Bir baktım adamcağızın biri:
"Bir deve kaybettim,
bulan var mı?" diye bağırıyor.
Adama yaklaştım
"Amca", dedim,
"ben de bir bıçak kaybettim, görmedin mi?"
Adam bu sözün üzerine bir kızdı,
bir kızdı ki, bana bir tokat sallamadan yanından kaçtım.
0 peşimden hâlâ söyleniyordu:
"Ben koskoca deveyi bulamıyorum da,
o benden bıçağı soruyor!"
Meğerse, burası başka bir dünyaymış.
Korkumdan hemen geri döndüm
Fakat, orda bıraktığım ceket ve poturum sanki yargıç gibi beni sorguya çektiler.
Orası başka dünya olduğu için, karpuzlar
" o kadar büyümüş, o kadar çoğalmış, otları o kadar uzamış ki,
bir tanesi de oradaki bir ırmağa köprü olmuştu.
Benim bu dalgınlığımdan kızmış olacaklar ki:
"Kimsin, necisin, söylesene ey insanoğlu?.." diye bağıran, ceketimle poturuma kızdım.
"Ey, size ne oluyor be!
Size ne oluyor?" diyerek karpuzları kökünden çekmeye başladım.
Fakat ne göreyim, köprüden geçen insanlar, hep nehre yuvarlarmamışlar mı?
Tuhaf. Suya atladım, birkaçını kurtarayım derken,
beni koskoca bir balık yutmasın mı?
"Aman!" diye ağlamaya başlamıştım ki,
birden gözlerimi açtım,
sıcak havanın etkisiyle uyuyakaldığım deniz kıyısından yuvarlanıp suya düşmemiş miyim?
Bu sırada suya düşen kâğıt gözüme ilişti.
Hemen açıp okudum:
"Falan, falan, falan, Söylediklerim hep yalan"

Masal Tekerlemesi 4
Bir varmış, bir yokmuş,
Allah''ın deli kulları pek çokmuş.
Bizden daha delisi hiç yokmuş.
Çok demesi pek günahmış. Azdan çoktan, hoppala hoptan.
Sana bir mintan yaptırayım,
Çerden, çöpten.
İlikleri karpuz kabuğundan,
Düğmeleri turptan.
Zaman o zaman idi.
Bit bineğim, pire yedeğim idi.
Darı topuzum,
Çavdar kalkanım idi,
Bir tüfeğim var idi.
Ayran ile doldurur,
Şerbet ile ateşlerdim.
Çıkardım dağlar başına,
Broy, broy! Der gezerdim.
Yetmiş karga ayağa kalkardı,
Ağa geliyor diye.
Bre ağalar, bre beyler!
Eliften beye çıktım,
Seyirttim köye çıktım.
Çobandan kaymak yedim,
Ağadan deynek yedim.
Deyneği kuşa verdim,
Kuş bana kanat verdi.
Çaldım kanadı yere,
Uçup gittim göklere.
Baktım bir has bahçe,
içinde sular akar.
Oturmuş çeşme başına,
İki güzel bana bakar.
Büyüğüne selam verdim,
Küçüğüne tutuldum.
Sofrasında mum olayım,
Bahçesinde gül olayım.

Masal Tekerlemesi 5
Handadır handa, bir kara manda,
Üç yüz yaşındaydım evvel zamanda.
Mavi çadır gerilmiş,
duydum pazar kurulmuş Vurdum karıncaya palanı,
Kırk yerinden bağladım kolanı.
Sardım sırtına seksen sekiz çuval soğanı,
Vardım pazara.
Vay ne pazar, ne pazar,
güzeller üryan gezer.
Kırlangıçlar terzi,
köpekler kalaycı,
tilkiler tüccar.
Buldum bir köşe,
başladım işe.
Soğan, sarımsak satarken,
Terazimin kolu kırıldı,
bir güzele bakarken.
Kurbağa kanatlandı,
gitti gelin getirmeğe.
Gelin çıktı çardağa,
çat yerleşti bardağa.
Masaldır bunun adı,
dinlemekle çıkar tadı
Var varadan, sür süreden;
Manisa''dan Tire''den,
Şimdi ki hal buradan.
Soğan, sarımsak ağacı,
baklava başlar tacı...
Kalaycı oldum kalayladım kapları,
hep kırıldı tavaların sapları.
Müezzin olsam minareye çıkmalı,
kayyum olsam kandilleri yakmalı..
Kadı olsam el hatırı yıkmalı...
işim başımdan aşkın,
gezerken şaşkın şaşkın.
Dediler abdal, bu gece burada kal.
Alalım sana bir ahu hilâl.
Acele ile ettiler nikah.
Zülüfleri tel tel,
kaşları siyah..
Ay ay der yatar,
vay vay der kalkar..
Böyle cadılar çok evler yıkar..
Vardım çattım kılavuza:
Ne yaptın bana?
Ne yaptım ki sana?
Başımda külah,
kurtardı Allah.
Duman çökmüş karşı ki dağın başına,
kan bulaşmış avcıların dişine.
Başlıyalım şu masalın başına...

Masal Tekerlemesi 6
Zaman zaman içinde,
kalbur saman içinde.
Develer top oynarken
eski hamam içinde.
Hamamcının tası yok,

hamamın kubbesi yok.

içinde bir kadın gördüm,
peştemalının ortası yok.
Çarşıda bir tazı gezer,
boynunda tasması yok...
Tasmacıya dedim:
"Bir tasma yapar mısın?
Üç beş para kapar mısın?"
Tasmacı dedi:
"Hay hay, tasmayı da yaparım,
parayıda kaparım"
Babamın dokuz arısı vardı:
Sayar alırdı içeri,
sayar ederdi dışarı
Bir gün baktım topal arı yok...
Eve geldim,
ahırdan çil horozu çektim.
Boynuna kıldan başlığı vurdum.
Üstüne bindim.
Derelerden sel gibi,
Tepelerden yel gibi,
Hamza pehlivan gibi,
Gittim...
Baktım
bizim topal arıyı manda ile çifte koşmuşlar.
Arının boynu yara olmuş.
Dedim:
"Bunu neden böyle yaptınız?"
Dediler:
"İncirin yaprağını sür boynuna,
iyi gelir."
Gittim incir yaprağı aramaya..
Konaraktan, göçerekten,
Lâle sümbül biçerekten,
Kahve tütün içerekten,
Sulu yerde peynir ekmek,
Susuz yerde kavun karpuz yiyerekten...
Az gittim uz gittim,
dere tepe düz gittim,
Altı ay bir güz gittim...
Bir de arkama dönüp baktım ki,
Bir arpa boyu yol gitmişim

Masal Tekerlemesi 7
Bîr varmış bir yokmuş,
Allahın deli deli kulları pek çokmuş,
Bizden daha delisi hiç yokmuş.
Çok demesi pek günahmış...
Azdan çoktan,
Hoppala hoptan,
Sana bir mintan yaptırayım çerden çöpten,
ilikleri karpuz kabuğundan,
düğmeleri turptan.
Evvel zamanda iken,
Kalbur samanda iken.
Az iken, uz iken
Anam evde kız iken,
Deve tersi koz iken,
Karatavuk kömürcü,
saksağan berber iken.
At ekmekçi,
köpek dülger iken,
Deve bez satan,
horoz tellâl iken,
Tavuk saatçi,
eşek tuzcu iken.
Koyun hakim,
keçi müezzin iken,
Tilki simsar,
kedi çuhadar iken,
Anam eşikte iken,
Babam beşikte iken.
Anam ağlar,
anamı sallardım.
Babam ağlar,
babamı sallardım.
Derken, babam düştü beşikten,
Ben hopladım eşikten,
Anam kaptı maşayı,
Babam kaptı meşeyi.
Dolandırdılar bana dört bir köşeyi.
Anam kaptı yarmayı
Çıktım tavan arasına,
bir kırık sandık buldum.
Açtım baktım:
içinde bir kırık altın.
Almayacaktım ama, aldım, Sarıdır diye.
Ordan gittim İstanbul''a
bir kâse yoğurt aldım,
Durudur diye.
Dokuz yüz doksan testi su kattım, Koyudur diye.
Sultanahmet minarelerini belime soktum. Borudur diye.
Tophane güllelerini cebime doldurdum, Darıdır diye.
Nacağı aldım, Kapalıçarşı''ya daldım, Korudur diye.
Akdeniz''e girdim.
Kıyıdır diye.
Ortasına bastım.
Kuyudur diye.
Selimiye Camii''nin duvarına dayandım,
Yalıdır diye.
Ahırdağfna bir tekme vurdum,
"Geri dur!" diye.
Üçlük beşlik verdiler beğenmedim,
iridir diye.
Beni aldılar, tımarhaneye götürdüler.
Delidir diye.
iki adam geldi şahitlik etti,
Veli oğlu Veli''dir diye.
Tımarhaneyi dürdüm, katladım sırtladım.
Halıdır diye.
Beş on sopa vurdular,
Yeridir diye.
Beni padişaha bildirdiler,
Delidir diye.
Padişahtan ferman çıktı,
"Bırakın onu eski huyudur!" diye.
Fermanı aldım,
cadde boyu gidiyordum,
Bir boz eşek gördüm peşine takıldım,
Eşek bana bir tekme vurdu,
"Geri dur!" diye.
Koştum, eve vardım:
"Baban doğdu" dediler,
kucağıma bir yumurta verdiler.
Yumurta elimden düştü
içinden kocaman bir horoz çıktı,
sokağa kaçtı.
Kovalamaya başladım.
Taş attım de attım...
Cevizden bir kocaman ağaç
Bu cevizleri düşüreyim diye taş attım, değmedi.
Toprak attım ağacın başı tarla oldu.
Kimi dedi: "Buğday ek", kimi dedi "Karpuz ek."
Karpuz ektim.
Öyle karpuz verdi ki tarla, develer taşıyamadı
Karşıma bir adam çıktı:
"Karpuzundan versene!" dedi.
Bir karpuz verdim, bir ordu yedi, yarısı arttı...
Ben de bir karpuz keseyim, dedim.
Keserken çakım içine kaçıverdi.
Elimi saldım alamadım.
Gözümü soktum, göremedim.
Kendim girdim, yedi sene aradım, bulamadım.
Yedi sene gezdim,
dolaştım sonunda karpuzun kapısına ulaştım.
Vay anam karpuz,
evin köyün yıkılası karpuz...
Bir yanı sazlık samanlık,
Bir yanı tozluk dumanlık,
Bir yanında demirciler demir döver denk ile,
Bir yanında boyacılar boya boyar,
binbir çeşit renk ile.
Kaz kaz ile, baz baz ile,
Alaca tavuk çil horoz ile.
Annesi genç kız ile,
Anlaşırlar pek naz ile,
Kaşık oynar göz ile,
Âşık meydana gelir saz ile,
Meclis de dinler haz ile,
Armudu taşlayalım,
dibinde kışlayalım,
izin verirseniz masala başlayalım.

Masal Tekerlemesi 8
Harda hurda, eşeği yedirdik kurda,
Altmış tarla buğda.
Yedim karnım doymadı.
Denizi çorba ettim.
Gemiyi kepçe ettim,
Yedim, içtim, yüzüm gülmedi. Yediler yemiş, parayla biter her iş...
Akdeniz''in martısı,
Karadeniz''in haritası,
Zeytinyağının tortusu.
Hoştur pilavın yoğurtlusu...
Akdeniz yağ olsa,
Karadeniz bal olsa,
karnımızın bir tarafını doldurmaz.
Ya bir kaz dolması,
ya bir ördek kızartması olsa,
belki doyarız.
Evimizin önünde bir ağaç vardı,
Kırk kişi tuttum yondurdum.
Kırk kişi tuttum oydurdum,
Kırk kazan keşkekle kırk kazan yoğurdu içine doldurdum
Oturdum, yedim, dudaklarımın bile haberi olmadı...
Karşıya baktım:
Dere gibi hoşaflar,
Tepe gibi pilavlar,
Kolum gibi dolmalar,
Budum gibi sarmalar,
Ye yemez misin,
Hani de görmez misin?
Karnım davula döndü,
ağzımın bir şeyden haberi bile olmadı...
Birazını da eşeğe yükledim,
size getiriyordum.
Dereden geçerken kurbağalar:
"Vırak, vırak!.." deyince anladım ki:
"Bırak, bırak!.." diyorlar.
Neyse, orada yattık..
Sabah oldu, baktım çizmeler yok.
Oradan bunları aramaya gittim...
İğneyi diktim, bizi diktim,
üstüne çıktım baktım:
Küçük bir meydanda çizmeler çift sürüyorlar.
Vardım, sineğin derisini attım,
büyük bir meydan belirdi.
Çifti elime aldım,
sürdüm ektim.
Bir ekin oldu ki, yatsam sakalımda,
dursam topuğum da,
ama adam yutuyor.
"Bunu nasıl biçeriz, nasıl biçeriz?.."
derken, öteden bir çakal geldi.
Orağı bu çakala bir attım.
Orağın sapı çakalın karnına girdi,
ağzı kaldı dışarda...
Çakal kaçtı, orak biçti,
çakal kaçtı, orak biçti...
Ekinin hepsi biçildi.
"Bunu neyle toplarız,
neyle toplarız?.."
derken, öteden bir kasırga koptu,
ekini topladı, harman etti.
Bunu bizim ihtiyar çil horoza sürdürdüm, savurdum.
Altmış okka bir yanına,
yetmiş okka bir yanına vurdum,
ben de çil horozun üstüne bindim,
sürdüm değirmene...
Değirmene yaklaşınca susadım.
Oradaki pınara indim.
Pınardan ağzım ile içtim gözüm istedi,
gözüm ile içtim kulağım istedi...
Kafamı kestim,
pınarın içine attım.
Oradan değirmene vardım.
Değirmenci:
"Hani kafan?" dedi.
"Pınara attım" dedim.
Değirmenci:
"Ama onu şimdi çakal yer!" dedi.
Oradan kalktım, geldim, baktım ki,
çakal kulağımın ucundan tutmuş...
Çakala bir yumruk attım,
yumruğum çakalın karnına girdi.
İçini karıştırdım,
"kusur, kusur" ediyor.
Çektim çıkardım:
Bir kâğıt. Okudum:
"Bir yanı yalan, bir yanı dolan..."
Aşağıdan birden:
"Tutun be, vurun bel" diye bir patırdı koptu.
"Eyvah, beni tutmaya geliyorlar!" dedim.
iki kalktım, Bir hopladım.
Seksen ayak merdiveni birden atladım.
Baktım, beş yüz atlı asker.
"Nereye gidiyorsunuz?" dedim.
"Silbasanoğlu Hasan''ı aramaya!" dediler.
Ben bundan bir şey anlamadım,
bir daha sordum.
Gene: "Silbasanoğlu Hasan''ı" dediler.
Neyse, katıldım ben de onlara, vardık Edirne''ye
Silbasanoğlu Hasan''ı tuttuk.
Meğer o da, bir pireymiş...
Bindim pireye, vardım Tire''ye,
Gel gelmez misin, yol bilmez misin?
Bu işlere sen gülmez misin?
Tuttum pirenin irisini,
Çadır yaptım derisini.
Altmış adam altında sığınmadık mı?
Tuttum pirenin eşini
Neler getirdi başıma:
On sekiz bin mandaya çektirdim leşini.
Tuttum pirenin ağını,
Çektim çıkardım yağını,
Doksan okka tartmadık mı?
Tuttum pirenin beyini.
Sırtına kurduk düğünü,
Altmış batman bağırsak yağını
Gidip pazarda satmadık mı?
Pireye vurdum palanı,
Altından çektim kolanı.
Dinleyin ağalar benim koca yalanı.
Pireye vurdum palanı,
Kırdı kaçtı kolanı.
Sen de beğendin mi benim düzdüğüm yalanı?..

Masal Tekerlemesi 9
Zaman zaman içinde,
kalbur saman içinde..
Bu sözün önü var, arkası yok;
gömleğimin yeni var, yakası yok..
Sabır da bir huydur, suyu var tası yok.
De gel sabreyle..
iyi ama susuzla, sabırsız ne yapar?
Ya bir kuyu kazar,
ya dolaşır çarşı-pazar;
ben de aç karın, yüksek nalın çıktım pazara.
Mevlâm uğratmasın iftiraya nazara...
Bir kaz aldım karıdan, boynu uzun borudan!
Kendisi akça pakça,
eti kemiğinden pekçe;
ne kazan kaldı ne kepçe!
Kırk gündür kaynatırım kaynamaz.
Hay dedim, huy dedim;
bu ne pişmez şey dedim.
Bir iken iki olduk, üç iken dört olduk;
anan soylu, baban boylu,
derken kırk olduk;
kırkımız kırk ateş yaktık!..
Kırk gündür kaynatırız kaynamaz.
Baktım ki olacak gibi değil,
sofraya konacak gibi değil,
eğil dağlar eğil dedik;
on tanemiz hu çekti, onumuz su çekti;
onumuz odun çekti;
haydan geleni huya sattık,
unu bulguru suya kattık.
Suyu kazana, kazanı yeniden ocağa attık;
vay ne kaynattık ne kaynattık..
De şimdi kaynar mı, kaynamaz mı?
Derken efendim bu kez başını kaldırıp bize bakmaz mı
Gayrı pabucunu bırakıp kaçan kaçana!
Kanadını kaldırıp uçan uçana!
Eh, bir ben miyim kırk kişinin gevşeği?
Çıkardım ahırdan boz eşeği,
vurdum sırtına palanı,
çektim yedi yerden kolanı;
bindirdim üstüne doksanlık anamı.
Boynuna mavi bir boncuk takmadım ama,
koynuna koydum bir sabır taşı.
Sabırtaşı, sabırcık taşı deyip, geçmeyin öyle!
Ne anamın aşı, ne gözümün yaşı...
Verilecek kuluna vermiş,
bize de versin Yaradan;
haydi dedikoduyu kaldırıp aradan,
dinleyin şimdi; sabırlı kim, sabırsız kimdi?

Masal Tekerlemesi 10
Bir varmış bir yokmuş.
Evvel zaman içinde,
kalbur saman içinde,
Keçiler berber iken,
develer tellal ,
mandalar hamal iken,
horozlar imam iken..
Ben dedemin beşiğini,
tıngır mıngır sallar iken.
Anam kaptı yarmayı,
ben kavradım sarmayı
Anam dedi bırak sarmayı..
Ben ana dedim, sen de bırak yarmayı.
Anam bıraktı yarmayı..
Fırladım kaçtım anahtar deliğinden.
Gittim, gittim.. Tam altı ay yürüdüm..
Arkama bir baktım ki ne göreyim?
Bir karış yol gitmişim.
Neyse tekrar başladım yürümeye,
bu kez, bir altı ay daha gittim.
Bir kulak verdim ki, tellallar bağırıyor.
"Kırk kazan keşkekle kırk kazan yoğurdu kim yiyecek?" diye.
Hemen eve gittim.
Bir kavak ağacı vardı,
kırk kişi tuttum yontturdum;
kırk kişi tuttum oydurdum.
Bir kepçe yaptırdım.
Omuzladım kaldırdım,
dizlerimi daldırdım..
Kırk kazan keşkekle kırk kazan yoğurdu,
o kepçeye aldırdım.
Öyle bir yuttum ki,
dudaklarımın bile haberi olmadı..
Neyse ayrıldım oradan.
Gittim gittim, bir memlekete vardım.
Bir kahveye girdim.
Baktım hepsinin gözleri parlıyor.
Gözleriniz neden parlıyor öyle? dedim.
Evlendik de ondan, dediler.
Beni de evlendirin dedim, olur dediler.
Aldılar bana bir kız.
Boyunu sorsan minare kadar,
gözleri lokma tavası,
memeleri un çuvalı kadar.
Sümükleri sarkar, görenler korkar..
Aman Allahım yandım dedim beni kurtar..
Kaç bakalım kaçmaz mısın..
Git bakalım gitmez misin, indim sarayın bahçesine.
Baktım ki çiçekçiler çiçek, gülcüler gül aşılıyor.
Haşlamacılar haşlama haşlıyor..
Susun! Masalcı masala başlıyor.

Masal Tekerlemesi 11
Var varanın, sür sürenin,
Çok baykuşu olur viranenin.
Destursuz bağa girenin,
Hali yaman dediler...
Üç oğlan çıktı karşıma,
ikisi salak malak.
Birinin gömleği yok çıplak.
Çıplak oğlanın cebinde,
üç kuruş buldum,
aldım çarşıya gittim.
Bir karpuz satıyorlar ki kaldırılmaz,
koltuğa da sığdırılmaz.
Karpuzu aldım,
keserken çakım içine kaçıverdi.
Çakımı çıkarayım derken
elim içine kaçtı,
elimi çıkarayım derken
kendim içine kaçtım...
Karpuzun içinde başımı kaldırdım,
o yana bu yana bakarken
bir adam bana bir tokat vurdu,
kafam koptu,
odun pazarına soğan sarımsak satmaya gitti.
Ben de arkasından koştum,
kafama eriştim.
Orada: "Kafamsın", "Kafan değilim!"
diye onunla epey patırdı ettik...
Sürüştük, mürüştük,
Kadı''nın kapısında buluştuk.
Kadı evinde yok...
Karşıdaki mercimek ağacına çıkmış,
mercimek toplamış.
Kafamla, oraya gittim.
Ağacın tepesinden bize bağırdı,
sesini güç duyduk. Dedi ki:
"Sizin davanız büyük dava...
Kırk tabaka kâğıt,
kırk kucak kamış kalem getirin!..
Sonra da kırk ayak merdiven bulun da,
ben buradan ineyim"
Gittik, kırk tabaka kâğıt aldık,
kırk kucak kamış kalem getirdik...
Kırk ayaklı merdiven aramaya çıktık,
onu da bulduk, getirdik,
mercimek ağacına dayadık.
Kadı inerken merdiven bir kırıldı...
Kadı öldü, kafam da bana döndü,
"Nişanlın kaçıyor!" dediler.
Koştum, girdim bir sokağa,
rastladım bir duvağa.
Duvağı kaldırdım:
Karşıma razma başlı,
çapa dişli bir kocakarı çıktı.
Öyle korktum ki,
gerisin geriye koşmaya başladım.
Pabucumun teki hâlâ orada..
Az gittim, uz gittim; dere tepe düz gittim...
Bir de arkama baktım, arpa boyu yol gitmişim.

Masal Tekerlemesi 12
Evvel zaman içinde,
kalbur saman içinde,
cinler cirit oynarken eski hamam içinde..
Ben deyim şu ağaçtan,
siz deyin şu yamaçtan,
uçtu uçtu bir kuş uçtu;
kuş uçmadı, gümüş uçtu.
Gümüş uçmadı.
Memiş uçtu.
Uçar mı, uçmaz mı demeye kalmadı;
anam düştü eşikten,
babam düştü beşikten...
Biri kaptı maşayı,
biri aldı kaşağıyı;
dolandım durdum dört köşeyi..
Vay ne köşe bu köşe!
Dil dolanmadan ağız varmaz bu işe;
Bu köşe yaz köşesi,
şu köşe kış köşesi,
şu köşe güz köşesi,
diye iki tekerleyip üç yuvarlarken
aşağıdan sökün etmez mi Maraş paşası!..
Hemen bir fare deliği bulup,
attım kendimi dışarı;
gelgelelim şu mahalleninin yumurcakları
haşarı mı haşarı;
bir fiske vurdular enseme,
gözlerim fırladı dışarı!..
Az gittim uz gittim..
Dere tepe düz gittim.
Çayır çimen geçerek,
lale sümbül içerek;
soğuk sular içerek,
altı ayla bir güz gittim.
Bir de dönüp ardıma baktım ki, ne göreyim,
gide gide bir arpa boyu yol gitmişim!
Vay başıma, hay başıma;
bu yol bitecek gibi tükenecek gibi değil,
ya bir devlet kuşu konsa başıma,
ya da alsa beni kanadına kaşına,
demeye kalmadı bir de gördüm ki, ne göreyim?
Adıyla sanıyla, yeşiliyle alıyla,
zümrüdü anka dedikleri değil mi?
Kafdağının üstünden süzüm süzüm süzülüp gelmiyor mu?
Bakın be yahu!
Yüzü insan, gözü ahu.
Ne maval, ne martaval,
işitilmedik bir masal bu!..

Masal Tekerlemesi 13
Bir varmış, bir yokmuş,
Allahın kulu çokmuş.
Evvel zaman içinde,
kalbur saman içinde,
deve tellâl iken,
pire berber iken,
ben on beş yaşında iken,
anamın babamın beşiğini tıngır mıngır sallar iken,
var varanın, sür sürenin,
destursuz bağa girenin hali budur hey!
Yârân-ı safa,
Bekri Mustafa,
kaynadı kafa...
Ak sakal,
kara sakal,
pembe sakal,
yeni berber elinden çıkmış bir taze sakal...
Kasap olsam sallayamam satırı,
nalbant olsam nallayamam katırı,
hamamcı olsam dost ahbap hatırı...
Doğru kelâm, bir gün başıma yıkıldı hamam.
Dereden siz gelin, tepeden ben.
Tahta merdiven,
taş merdiven,
toprak merdiven...
Tahta merdivenden çıktım yukarı,
ol güzel kızlar; andıkça yüreğim sızlar.
Ol perdeyi kaldırdım,
baktım köşede bir hanım oturur,
şöyle ettim,
böyle ettim,
tabanının altına bir'' fiske vurdum.
Buradan kalktık, gittik gittik...
Az gittik, uz gittik,
dere tepe düz gittik,
altı ay, bir güz gittik...
Bir de arkamıza baktım ki,
bir arpa boyu yer gitmişiz.
Yine kalktık, gittik,
gide gide gittik...
Göründü Çin Maçin padişahının bağları...
Girdik birine,
değirmencinin biri değirmen çevirir.
Yanında bir de kedisi var.
O kedideki göz,
o kedideki kaş,
o kedideki burun,
o kedideki ağız,
o kedideki kulak,
o kedideki yüz,
o kedideki saç,
o kedideki kuyruk...

Masal Tekerlemesi 14

Evvel zamanda, fakirler handa,

Beyler de konağında yaşarmış.
Buna öfkelendim,
Bir hayli söylendim,
Aldım başımı çıktım dışarı.

Görmeyin gidişimi,
Bakmadan sağa sola,
Düştüm bir yola.
Az gittim, uz gittim,
Dere tepe düz gittim,
Çayır çimen geçerek,
Arpa buğday biçerek,
Soğuk sular içerek,
Altı ay bir güz gittim.
Yürüdüm, yürüdüm, vardım bir bağa,
Daldım bir konağa,
Vay sen misin dalan,
Kimi kolumdan tuttu,
Kimi bacağımdan,
Attılar beni bir dağa,
Zoruma gitti başladım ağlamağa.
Karşıma çıktı bir derviş,
Derviş amca dedim, bu ne iş?
Kuru idim ıslandım;
Sel beni neyler?
Bulut oldum uslandım,
Yel beni neyler?
Vay gidi dünya,
Kimi güler, kimi söyler.
Kulak verin bu masala,
Keloğlan ne iş tutar, ne eyler.

Kaynak : http://www.sibersahne.org/tekerlemeler/

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder